kahramanmaraş
  Çağlayancerit
 

ÇAĞLAYANCERİT'İN COĞRAFİ YAPISI 

 

Çağlıyancerit ilçesi coğrafi olarak Akdeniz bölgesi sınırları içindedir. Kuzeyinde Nurhak, doğusunda Adıyaman ili Gölbaşı ilçesi,güneyinde Pazarcık,batısında ise Kahramanmaraş İli Merkez ilçesi bulunmaktadır. İlçenin merkez  rakımı 1150’metre dir. İlçede Akdeniz iklimiyle karasal iklim arasında geçiş özelliği taşıyan iklim tipi hakimdir. Yaz mevsimi sıcak ve kurak kış ve mevsimi soğuk ve kar yağışlı,baharlar ise ılık ve yağışlıdır.

İlçe merkezi kuzeyde Engizek dağları, güneyinde ise Öksüz dağı ile çevrili bir vadide kurulmuştur. Köyler genelde dağlık arazide kurulmuş olup, Düzbağ ve Bozlar beldeleri çevresi genelde düzlüktür. İlçede ekilebilir arazi sınırlı olup, dağlık alanların yüksek kesimlerinde orman alanları mevcuttur.

         İlçenin yüzölçümü 642 KM2 dir. Bu yüzölçümünün 10.396 hektarı (% 16) tarım alanı, 23.566 hektarı (% 37) orman ve fundalık, 27.677 hektarı (% 38) çayır ve mera, 5561 hektarı (% 9) ise tarım dışı arazidir.

İlçe sınırları içerisinde toplam orman alanı 18961,5 hektardır. Bu orman alanlarından 1902,5 Hektarı normal koru sahası,3676 Hektarı normal baltalık sahası,13383 Hektarı ise çok bozuk koru sahasıdır. Ormanlarımızda bulunan ağaç türleri ise Meşe,Sedir,Çınar,Karaçam ve Kızılçamdır. İlçenin Engizek Dağları kesiminde yüksek alanlarda yaylak ve otlaklar bulunmaktadır. İlçe sınırları içinden Göksu ve Aksu çayları geçmekte olup, sulanabilir araziler bakımından bu su kaynakları önem taşımaktadır.

 

1. BÖLÜM
1.1 Cerid Adının Anlamı
            Cerid adının aslı ve manası üzerinde kesin bir bilgi yoktur.  Boyun adının “Cirid” oyunundaki değneğin Arapça adı olan  “Cerid”den gelmiş olması kesin değildir.  Ülkemizin bazı yerlerinde “Cerit”;  canlı, eli çabuk ve becerikli anlamlarına  geliyor. Fakat bu Cerid’in  de ne ile ilgili olduğu bilinemiyor.  “Cerid” kelimesinin  çabuk  ve becerikli  şeklindeki  manası Cerid boyundan da çıkmış olabilir. 
            Cerid adının  bu yolla ortaya çıkıp kullanılması hususunu kuvvetlendiren  bir önemli etmen  daha mevcuttur. Ceridler, bacakları kısa atlara biner, çok çevik ve hızlı bir şekilde hareket eder, atlarıyla dağlık  ve engebeli arazileri çok iyi tırmanır ve her türlü  hava şartlarında süratle seyahat edebilirlerdi. 
            Araştırmacının da  söz ettiği üzere  Ceridler, çok hızlı ve mahir  binicilerdir. Engebeli arazide at sürmek ve hızlı göçebilmek işi tam bir beceri işidir. Bu noktadan hareketle Cerid kelimesi hem cirit oyunundan, hem de Anadolu’nun muhtelif  yerlerinde kullanılan  “canlı, eli çabuk ve becerikli” anlamından çıkmış olmalıdır.  Ceridler, arasında hâla cirit oyunu  ve inceliklerinden  bahsedilmektedir. Cerid adı, anlaşılacağı gibi; atik, eli çabuk, becerikli, iyi ata binen, çabuk göçebilen, cesur ve yiğit anlamlarını  içermektedir. Zaten cirit oyunu da bütün bu anlatılan şeylerle  oynanır. Cerid adının ortaya  çıkışı ve kullanılmasında Cerid boyuna mensup insanların  davranışı ve karakteri, hayat anlayışları birebir etkili olmuştur. 
            Göçebe Türk Kültüründe kişilere ünvan, lakap verilirken  kişinin karakteri ve hayata  bakışına  göre isimler, lakaplar, verilirdi.  (Vurdumduymaz Ahmed, Tezcanlı Bekir,  Tembel Mehmet gibi) Boylarda ad alırken ona göre adlar almışlardır. Bu konu Oğuzkağan Destanı’nda  da geçmektedir. Oğuzkağan  yaptıkları işlere  ve becerilerine göre  emrindeki insanlara  adlar vermiştir.
            Cerid adının ortaya çıkışı ve kullanılmasından söz ettikten sonra şimdi ise gelişen tarihi süreç içerisinde Cerid Boyunun  tarihi hakkında  bilgiler sunalım.
1.2 Cerid Boyunun Orta Asya’dan Gelişi
            Cerid boyunun yirmi dört Oğuz boyundan hanginse dahil olduğu tam olarak bilinmemektedir.  Bununla  beraber  Anadolu’da  yerleşim esnasındaki  konumu, sosyal  yaşantıları ve kültür birikimine bakıldığında Cerid boyunun  24 Oğuz boyundan  Avşarlar’dan geldiğini söylemek mümkündür.  Cerid Aşireti  Dulkadirli ulusuna, Dulkadirli  de Avşar boyuna bağlıdır.
            Ama bunu bu şekilde ifade etmek çok zordur.  Orta Asya’dan  yapılan göçler esnasında Ceridler hangi tarihte ve nereden Anadolu’ya doğru göç etmişlerdir bunları aydınlatabilecek kesin belge ve kaynaklar henüz mevcut değildir. Özellikle Moğolların acımasız ve hızlı talanlarında Anadolu; Cerid gibi Türk topluluklarının  korunağı ve barınağı konumuna gelmiş çok  sayıda göç almıştır. Bu göçler esnasında ortalık ana-baba gününe dönmüştür.  Türk boyları arasındaki müthiş dalgalanmalar bu dönem ve sonrası için Aşiret ve göçebe topluluklar hakkında kesin bilgilere ulaşılmasını neredeyse imkansız hale getirmiştir. Zaten bunları araştırmak da çok manalı değildir. Çünkü Türk boylarının Anadolu’da yaşadıkları kültür ve  yaşam biçimleri onların köklerinin  aynı olduğunu ispatlayan  en önemli delildir. Cerid boyunun Anadolu’ya gelişi Anadolu Selçuklu Devleti’nin son dönemine denk  gelmektedir. Büyük bir olasılıkla da Avşar boyuyla beraber hareket edilmiştir.  XV. ve XVI. Yüz yıllarda Anadolu’da  Kayı boyundan sonra en fazla  yer adlarına sahip olan Avşar boyu, Anadolu’nun fethinde ve iskanında önemli roller üstlenmiştir.
            Anadolu’ya muhtelif yollardan  gelen Cerid boyu Ceyhan nehrinin sol yakasında kışlayıp yazları ise;  Bulanık (Bahçe) kazasında geçerek, Gavurdağı’nı(Nurdağı) aşarlar ve Maraş ovasında Uzunyayla’ya giderlerdi.  Cerid Aşireti uzun yıllar bu şekilde yaşamını sürdürürken Osmanlı Devleti’nin iç ve dış bünyesi  olabildiğince bozulmuştur.  Bu durum ise iç kargaşa ve güvensizlik doğurmuştur.
 
1.3 Cerid Aşiretinin İskan Edilmesi Çalışmaları
            Osmanlı  devleti’nde meydana gelen Celali isyanları Anadolu’da iyiden  iyiye asayişin bozulmasına neden olmuştur.  Can ve mal güvenliğini tehlikede hisseden insanlar daha güvenli  ve emin yerlere gitmek için  yerlerini terk etmişlerdir. Bu ise Osmanlı ekonomisine büyük bir darbe olmuştur.
Ayrıca konar-göçer toplumlar göç esnasında ekili dikili alanlara zarar veriyor ve hatta şekavette bulunuyorlardı. Bütün bunları göz önünde tutan Osmanlı Devleti konar-göçerlerin  iskanı için çalışmalar başlattı.  Böylece boşalan tarım alanlarını canlandırmayı, virane kalan yerleşim  yerlerini ise şenlendirmeyi düşünüyordu.  Ama bu pek  de kolay olmayacaktı. Çünkü konar-göçerler binlerce yıllık adet ve göreneklerinden, binlerce yıllık alışkanlıklarında  kolay kolay vazgeçmeyeceklerdir.
            Osmanlı Kanunnamelerinde  konar-göçerler için  “Yörük Konar-Göçer taifedir, karada ikametleri yoktur” ibaresi kullanılmıştır.
            Sert önlemlere başvuran Osmanlı, kimi Aşiretleri  yaylaklarına kimi Aşiretleri ise kışlaklarına iskan etmiştir.  Bazen  de sürgün yoluyla iskan yapılmıştır.
 
1. 4 Cerid Aşiretinin İskan Yerleri
 1. 4. 1 Rakka
            İfraz-ı Zulkadriye reayasından  Cerid’e bağlı Tatarlı ve Azizli  mahalleleri  şekavet halinde olmaları yüzünden  Rakka’ya sürgünle iskanlarına 1713’te karar verilmiştir.
            1702 yılında Rakka bölgesini dolayısıyla sürekli kuzeye doğru  gelmeye çalışan Arapları engellemek için Cerid Aşireti Rakka’da Belih nehri havalisine yerleştirildi.  Silsüpür Ceridi 1692 yılında  bir kısım Türkmen oymakları ile birlikte Urfa’nın güneyindeki Rakka bölgesine  zorla iskan edildi. 
            Rakka bölgesine  yapılan iskanların  en önemli sebebi bu bölgede Türk kuvvetini güçlü tutmak içindirAyrıca Anadolu’nun güneyde kapısı konumunda olan Rakka, Türk unsurlarla güçlendirilip, Arapların daha kuzeye  yani Anadolu’ya gelmelerinin  önüne bir  set çekilmek istenmiştir.
            Rakka bölgesinde, Ceridler diğer Türk oymakları ile birlikte Arap oymaklarından  Taylar  ve Anezeler’e karşı savaşmışlardır. Birçok  savaşlar  yapıldı.  Bu savaşlarda Ceridler büyük kahramanlıklar gösterdiler.  Ceridlerin Araplarla olan uğraşlarından Cerid Bekir Türk oymaklarının güvendiği en önemli kahramanlarıdır. Bu yiğit kahraman Türk savaşçısı ile ilgili güzel  ve dokunaklı bir şiir günümüze kadar gelmiştir.
 
 
 
             Bu şiir şöyledir:
 
        “  Rakka çöllerinden gelen  gaziler
            Rakka’nın da gonca gülü soldu mu?
            Yeniden bir haber duydum oradan
            Cerid Bekir öldü derler öldü mü?
 
            Cerid Bekir öldü ise kırıldı kilit
            Yolumuza çöktü bir kara bulut
            Gördülü kerim ile Bayındır Halit
            Kolu bağlı cellatlara vardı mı?
 
            Kul  Sadun’um  der ki bulamadık vefa
            Hükmümüz  geçerdi şol Kaf’tan Kaf’a
            Ulaşlı oğlu Hacı Mustafa
            Alayları bölük bölük böldü mü?”
           
            Fakat Ceridler, Rakka bölgesinin havasını suyunu sevmemişlerdi.  Onlar eskisi gibi Anadolu’ da yaşamak istiyorlardı.  Bu yüzden  fırsat buldukça   Anadolu’ya kaçtılar. Bu nedenle  de devletle karşı karşıya geldiler.  Devlet onları bulup Rakka’ya gönderiyor onlar bir fırsatını bulup yine kaçıyorlardı.  O Ceridler için Anadolu’nun yaylaları hayat kaynağı idi. Bunun için şiirler bile yazdılar:
           
            Cerid  Rakka’dan göç edince
            Açılsın Urum’a yolu Cerid’in
            Silsüpüroğlu Fettah Beğ ölünce
            Kırıldı kanadı kolu Cerid’in
 
            Yüz atlımız  daim ileri gitsin
            Sağına soluna çok dikkat etsin
            Piliçka vermeden menzile yetsin
            Bozulnadan gitsin eli Cerid’in
 
           
            Sineği pek çok Nizip’e uğramayın
            Pusu vardır Şarlağan’a konmayın
Mürseloğlu kız isterse  vermeyin
Koklatmayın kimseye gülü Cerid’in.
 
En sonunda da Silsüpür Ceridi  Rakka iskanından kurtularak Keskin’e yerleştiler.
Anlaşılıyor ki; yaylalar Cerid Aşireti için  çok önemlidir. Hayatı pahasına  olsa vazgeçmiyor. Çünkü  bu yüksek dağlar ve yaylalar  onların özgür ruhlarıyla  hayat anlayışıyla örtüşmektedir.  Atın üzerinde, göç yolunda, yayla yolunda  Cerit insanı kendi özünü yaşamaktadır.
 
1.4. 2 Kıbrıs
Kıbrıs özellikle şekavette bulunup çevreye zarar veren Aşiretleri cezalandırma yeri olarak görülmüştür.  Aynı zamanda  yetkililer Kıbrıs’ta  Türk nüfusu çoğaltmak için bazı göçebe Türk boylarını zorla  da olsa buraya iskan etmeye çalışmışlardır.
1713 yılında İçel sancağına iskan olunan  Cerid Aşireti iskan yerlerinde durmayarak  yaylak ve kışlaklara göçmüşler ve yollarda ahaliye türlü  zararlar vermişlerdir.  Ahali perişan olmuştur ve devlete yapılan şikayetler neticesinde  7 Mart 1713 yılında  Kıbrıs adasına sürülmeleri yolunda  emir çıkmıştır.
Kıbrıs’a  sürülen Ceridler  hakkında  fazla bir malumatımız yoktur.  Bir kısım Ceridlinin bu sürgünden firar ettiği kaynaklarda   geçmektedir.
 
1.4.3 Hama-Humus
Bu bölgeye yoğun bir Cerid nüfusu iskan edilmemiştir.  İskanın amacı ise bu bölgedeki Arap nüfusuyla dengeyi sağlamak içindir. 1710 yılında Sakallı Ceridi’nin  Arap eşkiyasına  set amacıyla  Hama’ya Murat Paşa köprüsü ve Yeni Han’a iskanları hususunda emir verildiği fakat bunların gitmediği  aynı zamanda  tabi oldukları İfraz-ı Zulkadriye Mukatasına  da vergi vermedikleri merkeze bildirilince Sakallı Ceridi’nin zamlı bir şekilde vergilerini vermeleri  ayrıca bunların  yerleştirilmesi için  Adana  ve Maraş Beylerbeyi’ne  ve kadılara emirler verilmiştir. Hama iskanları  ferman olduğu halde gitmeyen Sakallı Ceridi’nin  iskan mahalline getirilmesi için harekete geçilip Rakka Muhafızı Vezir Yusuf Paşa bu işte görevlendirilmiştir.  1710’da bir kısım Türkmen cemaatiyle beraber Sakallı  Ceridi  de  Hama’ya iskan olunarak, malları iltizamına  zam olunmuştur.  Bu dönemde  Hama  ve Humus’a gitmeyen Sakallı Ceridi (1713)’te  2000 guruş vergi ile yükümlüydü. Görülüyor ki Osmanlı  devleti iskan işini sıkı tutup yerel yönetimlerin  katkısıyla sonuç almaya çalışıyordu.
 
1.4.4 Çukurova
            Bir çok konar-göçer Aşiret yazları Maraş’tan geçerek  Uzunyayla’ya  çıkar, kışları ise Çukurova’da  kışlarlardı.
            Ceridler de bu Aşiretlerden  biridir. Düzenli bir şekilde iskan çalışmalarını sürdüren  Osmanlı  devleti  1691 yılında; Kancı Ceridi, Dipgalı Ceridi, Göçer Ceridi, Derdili Ceridi, Kara-Hasanlı Ceridi’ni Ceyhan nehrinin üzerinde Kınık, Berendi, Ayas kazalarına yerleştirmiştir.
            Nurdağı’nın bir ucunda ve Çukurova’nın bir kenarında bulunulan Hacı Osmanlı köyüne  1865’te Osmaniye adında bir kasaba kuruldu. Buraya bir kısım Cerid Aşireti yerleştirildi.
Zaten  1860 yılında Çukurova’daki Cerid’in 1200 çadırdan meydana  geldiği görülüyor. Bu ceridlerin 37500 koyuna, 3500 keçiye, 2500 sığıra ve 188 deveye sahip olduğu  da biliniyor. Fakat sığır sayısı çok fazla gösterilmiştir. 1865’te Fırka-i İslahiye Çukurova’da görüldü. Bu iyi silahlı  ve  donanımlı Osmanlı taburunun amacı derebeyleri ortadan kaldırmak, oymakları da yerleştirmekti. Oymaklar kışlak ve  yaylaklarından  birine yerleşebilecekti. Cerid’in büyük çoğunluğu kışlakları olan  Çukurova’ya yerleşmeye karar  verdiler. Bu yerlerin toprakları verimli olduğu için bu Ceridlerin iktisadi durumları iyidir. Bugün Çukurova’nın Ceyhan kazasındaki  Cerid köyleri şunlardır:
 
1.      Tatarlı
2.      Altıgöz
3.      Bekirli
4.      Azizli
5.      Veysiye
6.      İmran
7.      Hamdili
8.      Değirmendere
9.      İseli
10.  Hürü Uşağı
11.  Ceyhan Bekirli (Öteki adı Kazıkçı Bekirli)
12.  Alma Gülü
13.  Yolak
14.   Mustafa Beyli (Bu köyde  bir miktar göçmen  de yaşamaktadır.)
13 köyde sadece Çukurova Ceridlerinin oturdukları görülür.  İşte Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesi de böyle olmuştur.
 
1.4.5        Harran
Ekonomisi tarıma  dayanan  Osmanlı Devleti  ziraat alanlarını canlandırmak için  konar-göçer topluluklardan yararlanma yoluna gitmiştir.  1720 yılında Keskin sakinlerinden  150 hane yine  Keskin sakini olup Ceride tabi Bab-ı Altun cemaatlerinden  bir kısım  hane Harran ovasına  yerleştirilerek  bu bölgeyi eşkiyadan korumak ve ziraatla uğraşmak şartıyla  bazı vergilerden muaf tutulmuşlardır. (Halaçoğlu, 1991: 129)
            Burada dikkat edilecek bir husus; Osmanlı Devleti  konar-göçerlerin  yerleşik düzene  geçerek ziraatla uğraşmaları için  ve ayrıca eşkıyayla mücadele ederek ülkenin iç huzurunu sağlamaları durumunda teşvik anlamımda  ödüller vermesidir.  Bu ödül ise genelde vergiden muaf tutma, vergiyi hafifletme tarzında idi. Unutulmamalıdır ki Osmanlı  devleti bir vergi  devletiydi. Vergiden muaf tutmak ise  o dönem için iyi bir ödüllendirme  biçimiydi.
 
1.4.6 Keskin
            Rakka iskanından kurtulan  Silsipür Ceridleri Kırşehir ve  Ankara’ya bağlı Keskin kazasına  yerleştiler. Silsüpür Ceridi  XVI. y.y Bozulus arasında yaşayan Sultan Hacılı Ceridi Obasıdır.  XVII. yüzyılda  Silsüpür Ceridi  adını almıştır.  Ankara-Bozok(Yozgat) yöresinde yaşayan Silsüpür Ceridi XVI. yüzyılın sonları ile XVII. yüzyılın  başlarında yaşayan bir beyden adını almıştır.  Silsüpür Bey’in  nesli “Silsüpür Oğulları” adıyla varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Rakka iskanından  kurtulup Kırşehir ve Ankara’ya bağlı Keskin kazasına yerleşmişlerdir. Kırşehir’de   sekiz Cerid köyü vardır. Bunlardan; Hamit köyü, Silsüpür Beyleri’nin yaşadığı  köydür. Keskin bölgesinde  yine sekiz Cerid köyü vardır. Yozgat ve Çorum’da da Cerid köyleri vardır.  Bunlarda Silsüpür Ceridinden olmalıdır.
 
Kırşehir’de Cerid Köyleri:
  • Hamit
  • Çebişli
  • Bebli
  • Kızıl Osmanlı
  • Ayvalı
  • İğdeli
  • Göç Beyli
  • Kel İsmail
 
Keskin’de Cerid Köyleri
  • Cerid Kale
  • Cin Ali
  • Barak
  • Seyfli
  • Tokazlı
  • Çamırabatmaz
  • Cerid Mumlusu
  • Beşler
Yukarıda  bahsedildiği gibi Silsüpür Cerid’in  boy kütüğü bu güne kadar gelmiştir. (Sümer, 1988:
Ayrıca Silsüpür Ceridi’nden bir kısmı Kırşehir civarındaki Çiçek  Dağı havalisinde harabe köylere 1729’da yerleştirilmiştir.
Bu bölgede iskan olunan Ceridler  günümüz Türkiye’sinde  kendilerini gerek kültürel ve gerekse sanatsal anlamda ön plana çıkarmışlardır.
 
 
 
 
1.4.7 Maraş ve Maraş Dolayları
Maraş yöresini; Cerid Aşireti konar-göçer dönemlerinde genel  de yaylak olarak kullanmıştır. Kışlarını  Çukurova’da geçiren Ceridler yazın Göksun, Elbistan, Binboğa, Engizek, Cerid  ve Berid yaylalarına göçerlerdi. Bir  zaman sonra bu yaylalarda Aşiret kavgaları çıktı. Avşar Aşireti ile Bozdoğanlı Aşireti, Cerid Aşireti ile Tacirlü Aşireti  birleşerek iki taraf uzun yıllar  birbiriyle savaştılar.
1563 Maraş Tahrir Defterinde; Elbistan’a bağlı Hurman Nahiyesine bağlı Çatalpınar yine Elbistan’a bağlı Orta Niyabet nahiyesinde Eshabül Kehf’e bakan bir kısım Cerid, Orta Niyabet nahiyesine bağlı Cerid Üzeyiri, Cerid Togan Mezrası ve Aynül Arus Nahiyesine bağlı Norşun Hanı Köyünde Cerid’ten  Zekaryalu Cemaati yaşarlardı.  Bu nahiyeler Elbistan’a, Elbistan’da Maraş merkeze bağlıydı.Bu bahsedilen  yerlerde 800 civarında Ceridli yaşamaktaydı.
Maraş merkeze bağlı  Ahsen Dere nahiyesine dahil Kızılkandil köyünde Cerid boyundan 50 civarında Cerid ziraat ederdi
Maraş merkeze bağlı   Zeytun nahiyesine dahil Kapukaya Köyü, Karakütük Köyü, Cectepesi mezrası, Adatepe mezrası, Küçük Elce Tepe mezrası, Adatepe mezrasında yaklaşık olarak 1000 civarında   Ceridli tarımla uğraşıyordu.
Maraş’ın Bertiz nahiyesinde; Akpınar Köyü, Bozoklu Köyü, Alınviran Köyü, Çam Seküsü Köyü, İsa Seküsü köylerinde  670 civarında  Ceridli ziraat ederdi.
Maraş’ın Karahayıt nahiyesi; Yağma Köyünde  220 Cerid  ziraat ederdi.
Omanlı  devleti, vergi toplama  hususunda  çok titizdi. 1563 yılında  böylesine kapsamlı bir çalışma ve vergilerin her nevisini  tek  tek yazma  şaşılacak bir durumdur.  Bizim için başka bir husus ise 16. y.y.da  Ceridi Aşiretine  mensup insanların  yerleşik düzene geçip tarımla uğraşmış olmalarıdır.  Buğday, arpa, soğan, ceviz  ve  benzeri ürünleri yetiştiren Ceridler kendi rızalarıyla yerleşik  hayata geçmişlerdir.
1563 Maraş Tahrir Defterinde  2750   dolaylarında  Ceridlinin bahsedilen  yerlerde  yerleşik olarak yaşadığını görüyoruz. O dönemde göçebe Ceridler hakkında sayı itibarıyla malumatımız yoktur. Bilindiği gibi Cerid Aşireti Dulkadirli’ye bağlı idi. 1695’te Zulkadriye’den ifraz edilince İfraz-ı Zulkadriye mukataası olan cemaatlerle beraber Cerid Aşireti Ümmi Sultan’a Has  tayin edilmiştir.
XVII. yüzyılın sonları ile  XVIII. Yüzyılın başlarında  Maraş bölgesi Ceridleri Çobanoğulları tarafından  idare ediliyorlardı. 1707 yılında Çobanoğlu Kasım ile Bayezidoğlu Mehmed’in kötü hareketlerde bulundukları ve haydutluk yaptıkları bilinmektedir.
1850’li yıllarda  Maraş’da Cerid obalarını  Emirzeoğlu isminde biri yönetirdi. Cerid Aşiretinin  bu bölgede on dört obası vardı. Bunlar:
·        İmrenli (Bu oba Emirzeoğlu obasıdır ve şor evidir. Yani Bey evidir.)
·        Azılı
·        Vameyli
·        Hamdili
·        Çakılı
·        Tatarlı
·        Mustafa Beyli
·        Ceyhan Bekirlisi
·        Altıgöz Bekirlisi
·        Almagöllü
·        Yalağevi
·        Durak Obası
·        Hunatlı
·        Yumutlu
 
Bu yörede Cerid Aşiretinin yiğitlikleri anlatılır. Ceridler, Tacirlilerle iyi anlaşırlardı. (Yalman, 1993: 350)
Geçen yüzyılda  Maraş Ceridleri, Kuşlu Ceridi ve Çağlayan Ceridi olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Her kol idari bakımdan bir “nahiye” sayılıyordu. Yine geçen yüzyılda çizilmiş 1/400.000 ölçekli Kipert  haritasında Kuşçu Ceridi’nin yurdu, Maraş’ın doğusunda ve Pazarcık’ın kuzeyinde bulunmakta, Aksu da bu yurdun ortasında geçmektedir. Aynı haritada Aksu’nun doğusunda güneyde Dedeler, Hasan Ağa, Kuzeyde  Belveren ve Kızoğlan köyleri arasındaki topraklar da Yumaklı Ceridi’nin yurdu olarak gösterilmiştir. (Fakat, haritada  Bomaklı  Ceridi şeklinde yazılmıştır.) Şimdi ise Yumaklı Ceridi bir kasabanın adıdır sadece.
Bu durumda 1850 yıllarında Kırşehir, Keskin ve Ceyhan Ceridleri mali  ve idari bakımlardan  “nahiye” sayılmışlardır. Böylece işaret edilen yıllarda Cerid ile ilgili dört idari yöre görülür. Bunun sonraları beşe çıkmış olma ihtimali vardır. Bu  da Ceridlerin kalabalık kollar  halinde olmasından ileri gelmiştir.
Ceridler, uysal ve  devlete bağlı, zararsız bir halktır. Diğer göçebe Aşiretlere nispeten  zararsız bir Aşirettir.
1855’te Kırım Savaşı nedeniyle Osmanlı  Devleti’nin  Maraş bölgesinde asker azlığını gören Tecirli Aşireti ve Zeytun Ermenilerinin  çıkardığı isyana katılmayan Cerid Aşireti liderlerinden Hasan Bey devlete bağlı Aşiretlerden süvari ve piyade asker temin ederek  Maraş’ı isyancılardan  kurtarmak için devletin  yanında  yer almıştır.
Maraş dolaylarında  Cerid Aşiretinin  yerleşmesi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Fakat, Fırka-i İslahiye kanunun isteyen kışlaklarına isteyen yaylaklarına yerleşebilir hükmüne dayanarak bir kısım Ceridlinin yaylaklarına yerleştiklerini söylememiz mümkündür.
1563 Maraş  Tahrir Defterinden çıkan sonuca bakılırsa XVI. yüzyılda Maraş dolaylarında pek çok Ceridli yerleşik hayata geçmiştir diyebiliriz. Fakat unutulmamalıdır ki; Osmanlının sonraki dönemlerinde bozulan asayiş, mal  ve can güvenliğinin kalmaması nedeniyle  yerleşen pek çok  konar-göçer topluluk tekrar konar-göçer yaşamaya  başlamışlardır. Belki de birçoğu hâla o dönemde yerleştikleri yerlerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu ise çok ayrı ve derin bir araştırma konusudur.
 
1.5 Bir Kısım Ceridlinin İran’a Gitmesi
 
            1606-1607 yılında Safavi Devleti Hükümdarı Şah Abbas zamanında Safavilerin “Erivan” kuşatması esnasında Türkiye’den Silsüpür Ceridinden olan insanlar Şah Abbas’ın yanına gelmişler, Şah Abbas da onlara Save ve Rey ve taraflarında yurt vermiştir. Aynı tarihte Türkiye’de ki Ceridlinin bir kısmı da  Cerid Silsüpür adı ile anılıyordu.  Türkiye’deki Silsüpür Ceridinin başında bulunan aile hâla varlığını sürdürmektedir. İran’a gelen Silsüpürlerin başı Halil adında bir bey olup Şah Abbas ona Sultanlık ünvanı vermiştir. Silsüpür Halil Sultan 1609 yılında buyruğunda üç yüz kadar asker ile Kürdistan üzerine gönderilen emirler arasında bulunmuş Urmiye şehri civarındaki Dumdum Kalesi’nin fethine iştirak etmiştir. Halil Sultan sonra Bağdat’ın muhasarasına katılmış (1616) ve Osmanlı  erzak gemilerinin gelmesine mani olmak için Samarra taraflarına gönderilmiştir. Türkiye’den gelen Silsüpür Ceridi iki bin çadır idi. Şah Abbas bunlardan bir kısmını Korucular arasına dahil etmiş geri kalanlarını da Halil  Sultan’ın emrine vermişti. Bu oymağın, Şah Safi  zamanında Azerbaycan’da yaşadığını biliyoruz. 1654-1655 yılında elçilikle İstanbul’a gönderilen Kelb-i Ali Sultan da Silsüpür Ceridinden idi. Kelb-i Ali  Sultan’ın (1663-1664) yılında hayatta olduğu görülüyor. Silsüpür Ceridi XVIII. Yüzyılda da varlıklarını devam ettirmişlerdir. 1748-1749 yılında Çağdavu Başlık mevkiinde bulunan Mansur Han Silsüpür Ceridi oymağından idi.
            Osmanlı  Devleti’nin yanlış siyaseti yüzünden Anadolu’dan pek çok Türk İran’a gitmiştir. Bu yüzden Türk halkı içinde nüfus boşlukları meydana gelmiştir. Bu durum Anadolu Türklerinin nüfuslarının azalmasına ve yoksullaşmalarına Osmanlı Devleti’nin de gücünü kaybetmesine sebep oldu. Osmanlı idarecileri hiçbir zaman bunun farkına varamadılar.
 
1.6 Cerid Aşireti’nin Derbentçi Olması
            Osmanlı vesikalarında Derbent kelimesinin bu teşkilata alem olmak üzere XV. Asırdan itibaren kullanıldığı görülüyor. Türkçeye Farsçadan geçmiş bir kelimedir. Bu kelime Der = Geçit, Bend = Tutmak, gibi iki kısımdan ibarettir. Lügat kitaplarında engel, geçit, boğaz, set, hudut bölgelerinde dağlar arasında güçlükle geçilen boğaz manalarına gelmekte olup aynı zamanda istihkam olarak kullanılan bu gibi yerlere  de aynı isim verilmektedir.
            Derbentler önemli geçit noktalarında bulunmakta olup buralarda geçen yolların ve geçitlerin güvenliğini Derbentçiler temin ediyordu. Derbentçiler eşkıya ile mücadele edip memur oldukları toprakları eşkıya  zararından korumakla  da yükümlüydüler. Osmanlı devleti çok büyük ekonomik öneme sahip olan  Derbentleri canlı tutmak için derbentçileri vergilerden muaf tutma yolunu  seçmiştir. Bazen de konar-göçer Türkmenleri  derbentçi olarak yerleştirme yoluna gitmiştir. Güney Doğu Anadolu’da bu gayeyle İfraz-ı Zulkadriye oymaklarının Ceyhan nehri üzerindeki Kınık kazası ile Berendi ve Ayas kazalarına 11Ocak 1681’de yerleştirilmelerine karar verilmişti. Ticaret ve Hac yollarının güzergahında bulunan bu yerlerin emniyetini temin etmek düşüncesi ve bu oymakları toprağa bağlamak gayesi ile 20 oymağa mensup kimseler 640’ı sipahi reayası olan 1303 hane kadar tutmakta idi. Bu oymaklar arasında Kancı Ceridi; Dipgalı Ceridi, Göçer Ceridi, Derdili Ceridi adlı Cerid Aşiretine mensup oymaklar vardı. Bunlar Payas civarındaki  Demir Kapı’dan (1675 tarihinde bu önemli Derbenti muhafazaya Seyyidler, Keçelü Cerid oymakları ile Ulaşlı Köyü memur edilmişlerdi.) Misis köprüsüne kadar olan yolu gözetlemek üzere Derbentçi tayin edilmişlerdi. Esasen tehlikeli yerlere Derbentçi bulmak güç olduğundan böyle yerler ya asker ya da konar göçereler vasıtasıyla idare ediliyordu.
            1705 yılında Kömür Ceridi cemaati Kurtkulağı  Derbendine yerleştirilerek Derbentçi olarak kaydedilmişlerdir.
            Kurtkulağı Derbendi Çukurova’nın kapısı konumunda olan  önemli bir derbenttir. Derbentler Osmanlı ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Ülkenin iç güvenliği, halkın güvenliği için çok önem verilmişti. Derbentçi olanlar, vergilerden muaf tutulmuştur. Böylece Derbentçiliğe özendirilmeye çalışılmıştır.
           
 
1. 7 Cerid Aşireti’nin İskanı Hususunda Saptamalar
1071 Malazgirt  Savaşından sonra Anadolu   hızla Türkleşirken şüphesiz bunda en büyük pay dalgalar halinde göçlerle gelen konar-göçer Türklerindir. Orta Asya’dan Viyana’ya değin pek çok  yer adları (ırmak, ova,nehir,deniz) konar göçer Türklerin arı  ve temiz  Türkçelerinden hayat bulmuştur. Türkçe ad alıp Türkleşmiştir.
Anadolu’nun muhtelif yerlerinde konar göçer tarzda hayatlarını devam ettiren Türkmen oymakları zaman içinde  yerleşmeye başlamıştır. 1563 Maraş Tahrir Defterinden  de anlaşılıyor ki; 16. yüzyıl konar göçerlerin bir kısmı yerleşik hayata geçmiştir. Ürettikleri mallar arasında soğan, buğday, arpa, ceviz gibi toprakla uğraş  sonunda elde edilecek mamuller vardı. Bu gün dahi Anadolu’nun pek çok yerinde yarı konar göçerlikten söz etmek mümkündür. Anadolu’da eşkıyalığın artması, bazı yerleşmiş olan Türkleri tekrar konar göçerlik yapmıştır. Cerid Aşireti Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde etkin  ve faal bir rol oynamıştır.
18. Yüzyılda konar göçer yaşayan Cerid Aşireti göç esnasında yerli ahaliye zarar veriyordu. Sivas taraflarındaki yaylalara tecavüz ederek ahalinin mallarına ve hayvanlarını  yağmalamıştır. Bu durumun  ülke ekonomisini  baltaladığını gören Osmanlı  devleti konar-göçerleri  iskan etmek için  kapsamlı bir çalışma başlatmıştır. Çünkü, harap ve bakımsız yerlerin ziraata açılması teşebbüsleri bazı Aşiretlerin şekavetlerinden  dolayı  zarara uğruyordu. Bu nedenle sürgünler yapılıyordu.  Hatta bu şekavetlerin önlenmesi için  Cerid  Boy Beylerine  ve sair torunlarına fermanlar gönderilmiştir.  Anlaşılıyor ki Osmanlı  Devleti bu tür eşkıyalık faaliyetlerine karşı yerel kuvvetleri kullanarak devlete binecek yükü hafifletme yoluna gitmiştir. Osmanlı Devleti’nin faaliyetlerine uzun süre direnen Cerid Aşiretinin  1702’ye kadar şekavete devam edip yerleşmedikleri görülür. Bunun üzerine tedbir olarak kendilerine “ber vech-i Arpalık” tayin edilen Alâiye Sancağı Mutasarrıfı Musa Paşa’yı Cerid cemaati bir kısım yörükle beraber öldürmüşdür.Halep, eyalet hazinesine  tayin olunan  El Hac Ataullah da görevine giderken  İfraza tabi Cerid cemaati eşkiyalarının baskınına uğramıştır.  Bu baskında hazine malları yağmalanmış  ve 130 kişi ölmüştür.
Konar-göçer Türklerin sosyal  yapısı  iyice araştırılıp ondan sonra bazı uygulamalara gidilmeliydi.  Fakat Osmanlı devleti biraz da kaba kuvvetle konar göçerleri yerleştirmeye  kalkınca konar göçer cemaatlerin tepkisi  sert olmuştur.  Binlerce yıllık yaşam şekillerinden vazgeçmek, alışkanlıkları unutmak çok ağır ve zor olmuştur. Özellikle Osmanlı askeri güç kullanırken; Osmanlı, konar göçerlerin  iskan işini bu insanları hiç tanımayan, kültürlerine yabancı devlet adamlarına verince çok üzücü olaylar olmuştur.  Zaten yaratılışları  gereği her türlü baskıya  çok sert tepki veren  konar göçer  Türkler  zorla yerleştirildikleri yerlerden  ilk fırsatta kaçmışlardır.
Rakka havalisinde Belih nehri kenarına iskan edilen Ceridler, buradan kaçıp Gavurdağı (Nurdağı) çevresinde yaşayan Çobanoğlunun  yanına gelmiştir.
200 kadar olan bu insanlar Nestan, Hacılar, Küreci köylerine  yerleşip şekavete başladılar.  1708’de Ceridoğulları 100 kadar haneleriyle ikametlerini terk ederek Gözile kariyesi civarında Hamit ve Seydimelik mevkilerinde konup göçerek tecavüze başladılar.
Cerid Aşiretinin iskan yerlerine baktığımız zaman da görülüyor ki; iskan yapılırken kalabalık Aşiretleri bir arada yerleştirmek yerine dağınık bir şekilde yerleştirilmesi tercih edilmiştir. Bundan amaç, güçlü Aşiretlerin gücünü kırmaktı. Bu gün bir yerleşim yerinde farklı Aşiretlerde küçük grupların bir arada yaşadığını görüyoruz. Böylece konar- göçer Aşiretlerin  “Aşiret” bağlantılarını  zayıflatıp yerleştiği toprağa bağlanması düşünülmüştür.
Cerid Aşireti tabiatı gereği savaşçı bir topluluktur. Çok mahir ve iyi bir binicidirler. Vatan millet söz konusu olduğunda gözünü kırpmadan ölüme giderler. Zaten, kaynaklarda diğer Aşiretlere göre az zararlı bir halktır diye geçer. Hatta Kırım savaşı’nda (1853-1855) İstanbul’a gelip orduya gitmiş olan Kara Fatma adındaki Hatun kişi Cerid Aşiretinde bir oymağın kethüdasıdır.
Kara Fatma, Kırım Savaşında, emrindeki Ceridli yiğitleriyle beraber epeyce bir kahramanlık göstermişti. Bu yiğit Ceridli Türk kadının Fransız arşivlerinde bir resmi KSÜ Fen Ed. Fak. Tarih Bölümü Başkanı  Doç. Dr. Ahmet Eyicil’in eline ulaşmıştır.
Bu resmin altında “Kara Fatma veya Maraş Kahramanı Kırım Savaşı’nda savaşan, yüreğine Tanrı tarafından dokunulan biriydi yani seçilmiş biriydi. Jeanne de’ Are’ da olduğu gibi,   Kara Fatma’da da güçlü kuvvetli bir kadının kalbi vardı.” Jeanne d’are Fransızların çok ünlü bir kadın kahramanıdır. Bu kadının Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanılır.
Bundan 150 yıl önce bir Türk kadınından böyle kutsiyetle söz edilmesi gurur vericidir. Cerid Aşiretinde kadın erkek hep  yan yana olmuştur. Ne biri önde  ne biri  geride. Türk milleti şanlı tarihini yazarken Türk kadını çok önemli görevleri başarmıştır.(Değerli Hocam Eyicil; tevazu gösterip resmi bana vererek, resmin   tezimde yayınlanmasını  sağladı.)
 Ceridlilerin yoğun bir şekilde  yaşadığı adını  da Cerid Aşiretinden alan Çağlayancerid ilçesinde yaptığım araştırmalar neticesinde Kara Fatma’nın hâla unutulmadığına hikayesinin halk arasında anlatıldığına  tanık oldum. Eski Çağlayancerid ilçesi Belediye Başkanı değerli Cerid büyüğü Hasan Kekil; Kara Fatma’nın kocasının erken yaşta ölmesi üzerine oymağa Beylik eylediğini, küçük yaşta oğlunu savaşa gönderir ise ocağını kör koyacağını düşünerek kendi yiğitleriyle beraber  savaşa gittiğini nakletti. Böylece ocağını tüttürerek bir erkek evladı geride kalmış oluyordu. Kara Fatma Kırım Savaşından döner, Fırka-i İslahiye’ye gelerek iskan için yer ister. Kendisine ikram edilip iskan yeri gösterilir.
Kara Fatma’nın torunları hâla Karaosmanlı adı altında Çağlayancerid’te yaşamaktadırlar. 1986’da değerli bilim adamı Faruk Sümer’in Çağlayancerid’i ziyareti esnasında tavsiyesi üzerine ilçe merkezinde bir sokağa “Kara Fatma” adı verilmiştir.
Osmanlı arşiv ve kaynaklarında konar-göçer Aşiretler için dolayısıyla Ceridler için de “şaki” veyahut “şekavet yapmak” gibi sözler kullanılmıştır. Bu sözleri çok yadırgamamak gerek. Çünkü konar göçer hayata yabancı olanların Konar- Göçer Türkmenler için ve onların yaşam tarzını, hayata bakış açısını tanımadan, sosyal yaşantılarını incelemeden söyledikleri sözler ne kadar doğru bir tanım olur ki!Aşiretten üç beş kişinin yapmış olduğu yanlışlığı tüm aşirete  mal etmek de doğru değildir.
Cerid Aşireti iskan esnasında bazı şartlar gereği genişçe bir alana yayılmıştır. Ama kültürleri hâla bir bütündür ve birbirlerini tamamlar. Şimdiki Gaziantep’te bir çok köylerde yaşayan Baraklar’ın aslında Ceridlerin bir obasından gelmeleri de muhtemeldir.
Saf Ceridi Antep şehri dahiline kendiliğinden yerleşmiştir.  (Halaçoğlu, 1991) Bütün bunlardan başka XVI. ve XVII.  yüzyıllarda İçel bölgesinde  (Silifke, Anamur, Mut) Yörükler arasında Cerid adlı bir oymağın  yaşadığı gibi, Aksaray, Sivas (Zara), Çorum, İzmir (Ödemiş), Afyon Karahisar (Dinar), vilayetlerinde de Cerid adlı  köyler görülmektedir.
Cerid’in adı Köroğlu destanı ile ilgili şiirde de geçmektedir.
 
“İndim geldim Cerid Afşar iline
 İlleri var bizim ile benzemez
 Heves oldum sohbetine diline
 Dilleri var dilimize benzemez.”
 
Cerid adının Köroğlu destanında geçmesi, onun yaygın bir üne sahip olmasından  ileri gelmiştir. 
Kaynaklarda rastladığım Cerid oymakları; Saf Ceridi, Togan Ceridi, Zekeryalu Ceridi, Cerid Üzeyiri, Bayır Cerid,  Fakih Ceridi, Silsüpür Ceridi,  Kancı Ceridi, Sakallu Ceridi, Dipgalı Ceridi, Göçer Ceridi, Derdili Ceridi, Kara-Hasanlu Ceridi, Kömür Ceridi, Aralık Evi Ceridi, Kızıllı Ceridi, Fakılar Ceridi, Tabanlu Ceridi, Oruç Gazili Ceridi, Sultan  Hacılı ve Mamalı Ceridi. Bunlardan Mamalı Ceridi,  XVII. yüzyılda güçlenmiş  ve bundan dolayı ayrı bir oymak gibi sayılmıştır. Mamalı oymağı batıya doğru göç etmiş ve XIX. Yüzyılın ortalarında bilhassa Bozok (Yozgat bölgesi) sancağını yurt tutmuştur.
Faruk Sümer, Antep’te yaşayan Barakların da Cerid olduğundan bahsetmektedir.
Buraya kadar, kaynakların el verdiğince Cerid adının menşei, Ceridlerin Anadolu’ya gelmesi, Ceridlerin iskan yerlerinden bahsettik.
Şunu da eklemeliyim ki, Ceridlerin bütün uğraşları çabaları hayvanlarına daha iyi otlaklar bulmak, atlarını daha özgür sürmek içindir. Konar-göçerlerin gözü toktur. Onlar Tanrı’nın verdiği otların kendi hayvanları için var olduğunu düşünürler. Hayvanların  mamüllerini dahi satmaktan utanırlar.Ama artık Türkiye Cumhuriyet’i  devletinin bir parçası olduklarının idrakine varmışlardır.Çünkü ulu önder Atatürk’ün önderliğinde   verilen kurtuluş savaşında binlercesi vatan–millet uğruna  can vermiştir.Şimdi ise  imkanlar dahilinde Ceridler çocuklarını okutmak için uğraş vermektedir.Biliyorlar ki;iyi yetişmiş insanlar , bu vatana ve millete çok daha verimli bir şekilde hizmet edecektir.
Yüce Türk milleti ; ancak Türk milletinin öz evlatlarının çalışma ve gayretleri ile kalkınıp, ilmen ve madden zenginleşecektir.
  
2. BÖLÜM
 
ÇAĞLAYANCERİT İLÇESİ
 
2.1 Çağlayancerit İlçesi Tarihi
      İlçenin ilk kuruluşu bu günkü ilçe merkezinin kuzeyinde bulunan pamuk denilen yerdir.İlçenin adının Orta Asya’dan gelen Cerid Aşiretinden geldiği ve bu adla tanındığını söyleyebiliriz. “Çağlayan” tabirinin ise sularının çokluğuna dayanarak kullanıldığı olasılığı kuvvetli bir ihtimaldir. İlçeye bağlı Küçükcerit Köyünde ortaya çıkan  mozaik kalıntıları, yörede yerleşimin  M.S. 3-4. yüzyıla dayandığını göstermektedir.  Dağlık bir alanda kurulan Çağlayancerit, Elbistan-Pazarcık arasındaki eski  tarihi yola  hakim konumdadır.  Bu yol, Anadolu’dan Suriye ve Irak’a giden en işlek yolun en bilinmeyen kısmıdır. Elbistan- Nurhak, yakınlarındaki Akça Derbent eski zamanlardan beri bilinen ünlü bir geçittir. Elbistan-Pazarcık kervan (ticaret) yolunun  güvenliğinin sağlanması için bu derbendin oluşturulmuş olması  kuvvetli bir olasılıktır.  Çağlayancerid, konumu itibarıyla Anadolu-Suriye, Irak ticaret yoluna hakim bir yerdedir. 1277 yılında Mısır ordusu ile Muhyiddin İbn-i Abdüzzahir bu yolla Anadolu’ya  bin bir güçlükle gelmiştir.
Yalçın, Engizek Dağları’ndan (Hâla sarp yerlerinde örülmüş duvar kalıntıları vardır.) aşan  bu tarihi yol, Alaçık’tan Erinci, Besni, Sakarkaya ve Pazarcık’a ulaşır.
1563 Maraş Tahrir Defterindeki kayıtlarda  “Engizek”, “Yalangoz” mezralarında bahsediliyor. Bunların Bertiz Nahiyesine bağlı olduğu belirtiliyor. Bertiz Nahiyesi’nin de Maraş merkeze bağlı olduğu görülmektedir.
Bölgede Roma döneminin hüküm sürdüğü sanılmaktadır. İlçenin Aksu Mahallesi Kısık mevkisinde yol yapımı esnasında ortaya çıkan su kanalının Roma döneminden kaldığı sanılmaktadır. Bu su kanalıyla tarihi bir şehir olan “Göynük”e su götürülmüştür. Taş ve bir tür kirecin kullanıldığı su kanalı boyunca yapılacak kazı çalışması bizi kesin ve daha doyurucu bilgilere ulaştıracaktır. Bölgede Ermenilerin de yaşadığı “özellikle şimdiki Bozlar kasabasında”, bilinmektedir.  13.yüzyılda Göynük Kalesini Ermeniler ele geçirmiştir.
Cerid Aşireti ilçe halkının temel unsurunu oluşturur.  İlçe halkının bölgeye yerleşimi, Türklerin Anadolu’ya göçleriyle paralellik göstermektedir.  Genelde Çağlayancerit, Cerit Aşiretinin yaylağı olarak kullanılmıştır. Ceridler yarı göçebe şekilde buraya yerleştirilmiştir. Farklı bir durum da dikkatimizi çekmektedir.
Rafet Yinanç, “Dulkadirli Beyliği” ile ilgili makalesinde Malatya ve bu yörelerde Ağaçeri Türkmenlerinin yaşadığını 13. yüzyılda  Baba İshak İsyanı’na  katıldığını söylerken,sonraları Ağaçeri Türkmenlerinin Dulkadirli Beyliğini oluşturduğunu yazıyor. Büyük olasılıkla şimdiki Çağlayancerit ve yöresinde yaşayan ilk Türk topluluğu Ağeçeriler olmuştur.  Sonraki dönemlerde Cerid Aşireti Ağaçeriler ile kaynaşıp bir potada erimişlerdir. Çağlayancerit’te halk arasında anlatılan hikayelerde; ( Ben yüz yaşlarında Gülizar Mehmet adıyla anılan kişiden şahsen dinledim): Biz Ceritliler Mongollarla üç kere savaş etmişiz ve onları çok kırmışız.” Mongollar dediği Moğollardır. Bu yöreye Ağeçeriler’in isyanını bastırmak için Moğollar asker göndermişler yapılan uğraşlarda Moğolların kaybı büyüktür.  Bu yaşlı  şahsın anlattığı hikaye Ağaçerilerin vermiş olduğu savaştır. Bir arada  yaşamaları nedeniyle de hikayenin Cerit Aşiretininmiş gibi anlatılması kuvvetle muhtemeldir.
İlçe, Selçuklu Devleti’nin hakimiyetinden sonra, Dulkadirli Beyliği’ne geçiyor. 16.yüzyılda da Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Cerit Aşireti şimdi Aksu’nun gözüne (Küçükcerit) yerleşiyor. Tecirli ve Cerit Aşireti Aksunun gözü için savaş ediyorlar.  Küçükcerit sınırları içinde “Tecirli Kabirliği” bulunmaktadır. Daha sonraları Çağlayancerit’e yerleşilmiştir. 
Çağlayancerit, idari bakımdan Bertiz Nahiyesine bağlı iken örfen aralarındaki anlaşmazlıkları Besni Beyleri bir çözüme kavuşturuyordu.  Besni Beyleri saygın bir konumda olup aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin görevlisi durumundaydılar. Yine Gülizar Mehmet amcanın anlatımı. “Heleteliler Pano Ahmet adlı Ceridli’yi öldürüyor. Besni Beyleri gelip 42  tane sığır sürüyorlar. Karşılarına ağıt yakan bir Cerit kadını çıkıyor;
“Ekticeğim ağca nohut
 Gelen yedi giden yedi
 Muradın tamam ermeden
 Yavrum cefanı çektiğim kaldı..”
Besni Bey’i bu kadının kim ve neden ağladığını soruyor. Ölen Pano Ahmet (Sakallı Kabilesinden) adlı şahsın anası cevabının alınca şimdiki “Erinci” dağı Cerid Aşiretinden Sakallı kabilesine kan bedeli veriliyor. Bu dağa Sakallı Dağı da denilir.” Mehmet amcanın  anlattıkları içinde dikkatimi çeken Besni Beylerine duyulan saygı ve güvendi. Yine bir dörtlükte:
Şahinin daşına duman mı durdu
Postalın içine kan mı doldu
Derde derman derler kartalın yağı
Üstüne düştüm Besni Bey’i kurtarır mı kurtarmaz mı?
 
Dörtlükte Besni Beylerinden söz edilmektedir.Besni Beylerine  saygı duyulmaktadır.  Besni Beyleri kurtuluş olarak görülmektedir.
Çağlayancerit, kurtuluş savaşı esnasında bir işgale uğramamıştır. Fakat, gönüllü birlikleriyle çevre illerin yardımına koşmuştur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda Irak ve Yemen Cephelerinde her evde gidipte dönmeyen bir insanın hikayesini dinlemek mümkündür.
Genel Kurmay Başkanlığı’nın çıkartmış olduğu 5 ciltlik “Şehitlerimiz” adlı eserde;
1.      Irak’ta, Mahmut oğlu Mustafa: doğum; 1307
2.      Irak’ta, Mehmet oğlu Mustafa: doğum; 1290
3.      Çanakkale’de, Mustafa oğlu Mustafa: doğum; 1306
4.      Çanakkale’de, Mustafa oğlu Mustafa: doğum: 1309
5.      Irak’ta, Mehmet oğlu Ali: doğum; 1308 (Tataroğullarından)
6.      Irak’ta, Süleymanoğlu Mehmet: doğum; 1298 (Tataroğullarından)
İsmi belgelere düşmüş şehitlerimiz bunlardır. Fakat ismi belgelere düşmemiş pek çok şehit bu vatan için isimsiz kahraman  olmuştur.
Çağlayancerit’te “Arabın Bahçesi” denilen yerin neden bu adla anıldığı hikayesi ilginçtir.  Cerid’in en yaşlılarından yaklaşık olarak 110 yaşlarında  olduğu söylenilen Hacı Omar Amca’nın  anlatımından; “Abdulvahap isimli Iraklı bir Arap yüzbaşıymış. İngilizlerin Irak’ı işgali zamanında bu Arap yüzbaşı dayanamayıp bir kaç İngiliz vuruyor. Hakkında idam kararı çıkıyor. İki kardeşi yakalanıp hemen asılıyor.  Maraşlı Hamdi Bey de o dönemde Bağdat’ta askermiş, Arap yüzbaşının  asılmasını istemeyerek onu Maraş’a kaçırtıyor. Daha emniyetli diye de iki dağ arasında Cerit’e gönderiyor. Önce ilçenin batısında Gavur Tarlası denen yere yerleşen Arap yüzbaşı sonradan da Aksu mahallesine yerleşiyor. Ceritliler onu, o da Ceritlileri çok seviyor. İşte onun yurduna “Arap’ın Bahçesi” adı veriliyor.
        “Uşak Kırılan  Yer” ilçenin kuzeyindendir. Buranın hikayesi halk arasında bu güne değin anlatıla gelmiştir. Anlatılanlara göre: Bozlar Ermenileri ile Helete  ve Cerit savaş halindedir. Bir anlaşmazlıktan dolayı Bozlar, Cerit ve Helete’ye haber verip savaş olacak diyor. Savaş yerine Helete gelmiyor. Cerit gafil avlanıyor, pek çok Ceritli telef olmuştur. O yüzden buraya “Uşak ölen yer” deniliyor. Şimdi dahi ölenlerin mezar taşlarının kalıntıları mevcuttur.
Çağlayancerit konumu itibarıyla  bazı yönlerden  geri kalmıştır. İlçe hakkında eski kaynak ve belgelere ulaşmak çok zordur. Çünkü sözlü tarih, kuşaktan kuşağa aktarma metodu Ceritler için de  geçerlidir. Bütün Türk milletinde olduğu gibi. Çağlayancerit dört kabileden meydana gelmiştir.  Cerit Aşiretine mensup  dört oymağın adları;
1.      Deli Ahmedli : İlk bu kabile yerleşiyor. İlçe merkezinde Tarihi Kezban Hatun camii’nin  yanında Pınarbaşı olarak bilinen  yere.
2.      Aralık Evi
3.      Kızıllı
4.      Tabanlu
 
Dört Aşiretten mütevekkil temeli
Köyüm fakir, okumaktır emeli
Aşık Alim daha ne söylemeli
Susmuş konuşmuyor dili Ceridin.
     
      Bir de Fakılar adlı oymaktan da söz edilmektedir. Ama bu kabilenin diğer dört kabileden  birinin bünyesinden mi çıktığı yoksa ayrı bir kabile mi olduğu bilinmemektedir.
            Çağlayancerit, 01.06.1986 tarihine kadar Kahramanmaraş ili merkez ilçeye bağlı köy olarak kalmıştır. Bu  tarihte belediye teşkilatı kurulmuş, sonrasında  04.07.1987 tarihinde 3392 sayılı kanunla ilçe statüsüne kavuşmuştur.
      Çağlayancerit tarihi hakkında belge ve kaynaklar çok azdır. Bu durum Türk milletinin bir özelliği olan sözlü tarihe önem vermesindendir. Elimize geçen bilgiler kuşaktan kuşağa aktarılan bilgilerdir. Yazılı olmadığı için zaman içinde eklemeler, çıkarmalar olmuştur.
Tarih sayfasının hazırlanmasında emeği geçen sayın Ahmet SAKALLI' ya teşekkür ederiz.
 

 
  Bugün 2 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol